İnsan iradesi, kişinin düşünerek, bilinçli bir şekilde seçim yapabilme ve bu seçimi gerçekleştirme gücüdür. Başka bir deyişle, insanın kendi davranışlarını ve kararlarını özgürce yönlendirebilme yetisidir. İradenin kapasitesi ise kişinin iradesinin kaynağını nereden aldığını, iradesinin geliştirilebilir veya kuvvetlendirilebilir olup olmadığını sorgulayan bir kavramdır. İradenin kaynağı farklı kişiler, toplumlar, inançlar, farklı düşünceler ve felsefi akımlarda pek çok farklı anlama gelebilir. İradenin kaynağını ve kapasitesini belirleyen belli başlı faktörler bulunur. Bunların temelinde yatan başlıca kavram ise akıldır. Devamında bunları izleyen özgürlük alanı, tutkular ve dürtüler, toplumsal ve kültürel etkiler sıralanabilir.
İnsan akıl varlığında düşünür, tartar, biçer ve harekete geçer. Akıl insanı insan yapan, diğer varlıklardan ve yaratılmışlardan ayıran mutlak özelliğidir. Akıl durağan değildir, hep devinim halindedir. İnsan doğumdan ölüme aklını kullanır hatta geliştirir. Edindiği fikirler, çevresindeki insanlar, mekanlar ve her ne kadar düşünmeye teşvik edecek etken varsa bunlar aklı besler.
İnsan, iradesini akıl varlığında kullanır.Basitçe hayvanların iradesi yoktur çünkü akılları yoktur. Yani iki şeyden birini tercih edemezler. Yalnızca içgüdü, yani yaratılış gereği hareket ederler. İnsan ise aklını kullandığı ölçüde iradesini kullanır, aklını geliştirdiği ölçüde iradesini geliştirir. Kant’ın da dediği gibi daha fazla düşünce gücüne sahip insan, seçenekleri daha efektif değerlendirir veyahut daha fazla seçeneği değerlendirir yani iradesinin kapasitesini artırmış olur. Kısaca akıl olmadan ne irade var olur ne de bundan sonra anlatılacak olan iradeyi belirleyen diğer faktörler.
İradenin kapasitesini belirleyen içsel faktörlerden başlıcalarından biri de dürtüler, hazlar ve isteklerdir. İnsan biyolojik olarak hayvanlar aleminden bir canlıdır. Bu da beraberinde içsel hazları ve istekleri de beraberinde getirir. Bunlar insanın seçeneklerini bazen çeşitlendirir, bazense kısıtlar. Zevkler ve hazlar belli ölçüde yaşanırsa insanın seçenekleri genişler, iradesini kullanabileceği yeni alanlar oluşur ve akıl varlığında bu alanlara yönelebilir. Bu ölçünün aşıldığı durumda ise akıl devre dışı kalır, kişinin yegane amacı hazların peşinden koşmak olur ve irade çeşitlenmek aksine körelir ve hatta yok olabilir.
Özgürlük bağlamında irade ise aklın varlığından bahsettiğimiz, yani içsel yeterliliğin ve meşruiyetin tamama erdiği lakin dışsal faktörlerin bunu kısıtlayıcı olduğu bir alan denilebilir. Bu aslında toplumsal ve kültürel etkilerle iç içedir de denilebilir. Daha da detaya inilecekse ahlak yasaları ve toplumsal ahlak anlayışının bu çerçeveyi çizdiği anlaşılır. İnsan özünde aklı ve düşünce seviyesi ölçüsünde özgürdür fakat toplumsal kurallar veya ahlak anlayışı buna bir dur deme durumundadır. Çünkü insan tercihlerini sınırsız kombinasyonla gerçekleştirebilir ve bunun sonunda diğerlerinin iradelerini, özgürlüklerini etkileyecek olaylara sebebiyet verebilir. Burda da ahlak devreye girer ve kişiye tercihlerinde kısıtlayıcı bir duvar çeker. İradenin kapasitesini belirleyen belki en çok nüfuza sahip faktör de budur.
İslam’da irade, cüzi ve külli irade olmak üzere temelde iki parçaya ayrılmaktadır. Bu iki irade çeşidi ontolojik olarak birbirleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu ilişki konumuz olan insan iradesinin kapasitesini belirleyen yegane parçadır.
Cüzi irade insanın Allah’ın ona bahşettiği nispette seçimlerini yapabilmesi ve bunların sorumluluğu altına girmesidir. Cüzi iradenin iki önemli tarafının olduğu söylenebilir. Maddi ve manevi taraf. Maddi anlamda cüzi irade yukarıda anlatılan iradenin ta kendisidir. Akıl olmadan var olamaz veya kullanılamaz. Ancak akıl olduğunda var olur ve yukarıda bahsi geçen faktörlerden etkilenerek vücut bularak kendini geliştirir. Manevi taraf ise cüzi iradenin külli iradeyle olan ilişkisidir.
Külli irade Allah’ın sınırsız, her şeyi kuşatan, ezelî ve mutlak iradesidir. Evrenin işleyişi, doğa kanunları, ölüm, rızık gibi insanın doğrudan kontrolünde olmayan her şey küllî irade kapsamındadır. Aynı zamanda insanın kontrolünde olan her şey de yine Külli iradenin kapsamındadır. Kısaca külli irade cüzi iradeye aşkındır. Cüzi iradenin manevi tarafı ise işte burada daha iyi anlaşılabilir. Müslüman bir fert varlığının ancak Allah’tan geldiğine ve ancak ona yöneleceğini bilir. Zira akıl ve beraberinde iradesi de Allah’ın bir lütfudur. “Akıl olmadan irade olmaz” ifadesinin öncesine eklenmesi gereken ifade de budur: “Külli irade olmadan Cüzi irade olmaz.” Yüce Allah dilerse külli irade vardır, ancak ve ancak külli irade mevcudiyetinde cüzi irade tezahür eder. İslam inancına göre kul cüzi iradesiyle bir tercih yapar fakat bu tercih ancak Allah’ın dilemesiyle gerçekleşir. Kişinin önünde gidebileceği tonlarca yol vardır ve bu yolların yaratıcısı Allah’tır. Bu tercihi yapacak kişinin yaratıcısı da Allah ve onun külli iradesidir. Kişi tercihlerini özgürce yapabilir ama sonuçları belki de külli irade tarafından hiç çizilmemiştir ve bir sonuca ulaşmaz. Allah o yolu yarattıysa cüzi irade yolu takip eder. Aksi durumda cüzi irade diğer yollara direksiyon kırmak durumunda kalır. Bu durum cüzi iradenin yani insan iradesinin varlığını şüpheye düşürecek bir durum olmamakta, aksine tanımında da olduğu üzere haddini hududunu bilerek Allah’ın kudretinin, yani külli iradenin boyunduruğu altında varlığını ve makamını güçlendirmektedir. Fussilet Suresi 40. ayette “Kim saparsa, ancak kendi aleyhine sapar. Kim doğru yolda giderse, ancak kendi yararına doğru yolda gider.” söyleminde de olduğu gibi insanlar kendi cüzi iradeleriyle yollarını seçerler. Ve bu yollar tesadufi değildir. Allah tarafından belirlenmiş belli başlı yollardır. İyi veya kötü olabilir. İnsan seçer, sorumluluğunu üstlenir. Tekvir suresi 29. ayette “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” ifadesi de bu yolların tesadüfi oluşan yollar değil ancak Allah’ın dilediği şekilde oluşmuş ve oluşacak olan yollardır.
Cüzi irade nasıl kuvvetlenir ya da kuvvetlendirilebilir mi?
Burada da takva kavramı karşımıza çıkar. Takva Allah’a karşı büyük bir sorumluluk duygusuyla hareket ederek onun rızasını kazanmak, emirlerine ve yasaklarına titizlikle uyarak kul olma bilincini geliştirmektir. Tabii ki bu yalnızca kuru ibadet olarak anlaşılmamalıdır. Kişinin kendine ve çevresine olan saygısı ve bilinç durumu da dahildir. Çünkü Allah rızası için yapılan amellerin yalnızca Allah’a yönelen değil kulun kendini ve çevresini etkileyen olumlu etkileri vardır. Şayet beş vakit namaz kılan, otuz gün aralıksız Ramazan orucu tutan bir Müslümanın iradesinin çoğularından güçlü olduğu söylenebilir. Ayrıca kul hakkını gözetmek, zekat , kurban gibi toplumsal ibadetleri yerine getirmek de takvayı artıran, bireyi yücelten ve olgunlaştıran amellerin başında gelip iradenin iplerini ele almayı sağlamaktadır.
Hülasa irade kavramının maddi ve manevi tarafları incelendiğinde Cüzi ve Külli irade kavramlarının ilişkisinin iradeyi, onun kapasitesini ve kuvvetini belirleyen yegane unsur olduğu anlaşılmaktadır. Buna ek olarak akıl ve diğer bireysel-toplumsal faktörler de bu ilişkinin yapı taşlarını oluşturmakta, maddi ve manevi etkenlerin tamamının irade hususunda söz sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Şayet Beyanat da bahsi geçen Maddi-Manevi hamurda yoğurulmuş irade fikrini benimsemekte, bu fikrin münevver bir Müslümanın irade kavramını anlamlandırma yolunda rehber edinebileceği bir görüş olduğu inancını taşımaktadır.