31 Temmuz 2025

İslam Ahlakının Evrenselliği

Varlıktan Aşkın Olan Hakikat

By In İstişare

Bismillahirrahmanirrahim.

İslam dini geliş amacıyla herhangi bir fark gözetmeksizin tüm insanlara hitap eder. Irkın, kültürün, konuşulan dilin farklı olması bağlayıcı bir durum değildir. Mesajını herkese anlatmayı amaçlar. Bu amaç aslında dinin evrensel olduğunu gösterir. Kainata yaratılmış olanların iyi ya da kötü olarak sınıflandırılması için bir belirteç olur. Evrensel ahlak ise her insanın ontolojik sebebiyle üzerinde mündemiç olan vicdan yasalarıdır. Yalnızca metafizikle değil akıl ve mantıkla da bulunabilmesi onu somut kılar. Lakin bu yazıda İslam’ın evrenselliği yahut evrensel ahlakın varlığını değil, ikisi arasındaki ilişkide İslam’ın kapsayıcı rolünü tartışacağız. 

   Kültürel farklılıkların, kolektif bilincin, jeolojik farklılıkların topluluklara kazandırdığı farklı karakteristik özelliklerin haricinde bir metafizik olguyla ortak paydada buluşulmuştur. Bunlar ortak inançlar olmasa bile insanın içindeki koro halinde söylenen sessiz bir figandır. Bu öyle bir çığlıktır ki insanın içinde inşa ettiği tüm sert ve kavi yaklaşımları, kimlik belgelerini parçalar. Tüm bu yapay inşa sürecinin altındaki yüce yaratılış ortaya çıkar. İnsanın saf ve çıplak halidir. Hakikati dokuz numara gözlüklerin ardından değil çıplak haliyle görülmesidir. 

   İslam’ın geniş coğrafyalarda özellikle ezilen, adaletsizce yönetilen topluluklar tarafından kabul edilmesi İslam’ın evrensel olduğunun bir delilidir. Habeşistan’dan Endülüs’e hatta Osmanlı’nın ilk dönemlerinde yozlaşmış Bizans ve çeşitli Avrupa prensliklerinin hakimiyetindeki topraklara rahatça yerleşebilmesinin sebebi yerli halkların ya Müslüman olması ya da İslam kurallarına rağbet etmeleridir. Ezilen halkların içinde bulunduğu vakıadan dolayı adalet mefhumunu derinlemesine idrak etmiş olması yani ahlaka aç bir halka dönüşmesi ardından ahlaklı olanı seçmesiyle İslam’ın evrensel ahlak olduğunu ispat eder. . Aç bir köylü, tok bir kralın gölgesinde ezilirken, adil olanın ne demek olduğunu sezgisel olarak bilir. Eğer kral olsaydı, kimseyi aç bırakmayacağına inanır. Bu vicdani özdeşlik, halkın hakikate yönelmesinde içsel bir rehber haline gelir. Acı içindeki halkların özleri ve pratik yaşamları arasında hakikat ve adalet hakkında teşhis koyamadan kaybolduğu dönemlerde İslam her zaman beyaz atlı prens olmuştur. Çünkü karanlık çağlara ışık tutacak ahlak anlayışı ile halkta karşılık bulmuştur. Yine aynı şekilde çağımızda insanlar yalnızca çevresel bir yozlaşmanın sonucu olarak değil, kendi bireysel yozlaşmaları sonucunda da doğru olanı seçme eğilimindedir. Modern çağın bireyleri kendi içlerinde tanrı edindikleri mefhumlardan gördükleri zarar sonucu kurtuluş ararlar. Tıpkı, içki yüzünden ailesini kaybeden bir adamın, acısını hafifletmek için yeniden içki içmeye yönelmesi gibi: Hakikatle aramıza koyduğumuz şeyler, sonunda bizi daha derin bir acıya sürükler. Ve işte tam da o anda, insan hakikatle yüzleşmeye başlar. 

      Bir Müslüman olarak Allah’ın bizi yoktan var ettiğini ve bunu en güzel şekilde yaptığına iman ederiz. Zira Kalem Suresi’nin 4. Ayetinde Resulullah (SAV.) için yüce bir ahlak üzerine olduğundan bahseder. Meleklerin insana secde etmesinin sebebi de ontolojik olarak yaratılmışların en yücesi yani Ahseni Takvim oluşumuzdandır. Bu da, Platon’un idealar kuramındaki önemli bir boşluğu açığa çıkarır. Ahlak yalnızca ayrı bir idea olarak değil, insanın kendisine de mündemiç bir hakikattir. Esasen evrensel ahlak aslında insanın yaratılışına kodlanmış ve paket halinde hazır gelen ortak bir hediyedir. Ve yalnızca insan için değil tüm yaratılmışlar için ahlak varlıklarıyla mutlak ilişki halindedir. Bu da aslında Evrensel Ahlak’ın  İslam’dan ayrı ele alınamayacak bir konu olduğunu gösterir. Bu fikriyat sonucunda tasavvufi çıkarım yapanlarda olmuştur.  

   Her ahlaklı kişi Müslüman değildir. İslam Ahlakının evrensel ahlak olduğu hakkındaki görüşün aksine insanlar herhangi bir dine yahut inanca sahip olmadan da ahlaklı olabilir. Örneğin Hristiyan Avrupa topluluklarının ahlaklı olduğu varsayıldığında topyekun İslam dinini seçmeleri her ne kadar teorikte mümkün olsa da kültürüyle, yaşantı biçimiyle böylesine paydaş bir hayat yaşadıkları Hristiyanlığı geride bırakmayacaklarından dolayı pek mümkün gözükmemektedir. Bunlar, İslam’ın her ahlaklı insan tarafından kabul edilmediğinin bir delilidir. Ama esas nokta göz önünden kaçmamalıdır. Bu durum İslam’ın evrensel oluşuna değil; hakikatin algılar üzerinden gölgelenebileceğine dair bir örnektir. Elbette hidayet veren Allah’tır. Ayrıca son dönemlerde küreselleşmenin etkilerinden birkaçına toplumsal muhafazakarlığın çöküşüyle insanların bireysel ve folk içi bağlarının yozlaşması örnek verilebilir. İki bariz sonucun aslında dininden ayrışmış toplulukların İslam’ı daha kolay tercih etmesinde vesile olabilir. Her ahlaklı olanın Müslüman olmayışı gibi her Müslümanın da maalesef ahlaklı olması beklenemez. Kuran’da Tin suresinde geçen “esfele safilin” yani sefillerin en sefili anlatımı insanın yaratılışından sonra hem kendi sınırlı iradesi ile yaptığı seçimler hem de Allah’ın ona nasip ettiği durumlar sonucunda yaratılmışların en sefili haline evrilebileceğine işaret eder. Esasen Müslüman toplulukların da ahlakla arasındaki bağın kopabileceğine dair üzücü bir delildir. Bunun yaşanmış olduğu ve halen yaşanmakta olduğu hakikattir. Bu iki tespit, ahlakın yalnızca imanla değil, iradeyle de ilişkili olduğunu; iman sahibi olanın dahi ahlaki sorumluluktan azade olmadığını gösterir. Tüm bu tespitler, İslam’ın evrensel oluşunu zayıflatmaz; aksine bu hakikatin yanlış temsil edilmesi ve sahih bilinçle kavranmaması durumunda nasıl bulanıklaştığını ortaya koyar. 

   Bu dünyanın gerçekleri uyanmış insanlar için aşikar olsa da düşünmeyen akıllar için dayatılan propagandaların yalanları haricinde bir anlam ifade etmez. Bu mesele, yalnızca evrensel ahlak konusu için değil bahsi açılacak her konu için kaypak bir zemin demektir. Çünkü güruh, eleştirel akıldan yoksundur. Ve tanımların güç sahibi insanlar tarafından yazıldığı bir tartışma düzlemine sahiptir. Bu sebeple her ne kadar hakikati değiştirmese de İslam Ahlakının her insan tarafından kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü düşünmeyen insanlar için gerçekler değil, çıkarlarına göre insanları yönlendiren camianın tanımları anlam ifade eder. Modern düşünce, çoğunluğun kabullerini evrenselliğin ölçütü sayar. Bu yaklaşım, hakikatin mahiyetini algının çoğunluğuna indirger. Ama hem insana içkin olan hem de varlıktan aşkın olan hakikatin müsbet oluşunu insanlar takdir edemez. Bu durumda metaryalist bakış açısının sınırlayıcı olduğu gözlemlenebilir. 

   Sonuç olarak, bu yazı İslam Ahlakı ile Evrensel Ahlak arasındaki içsel ilişkiyi olası karşı argümanlar karşısında görünür kılmayı amaçlamıştır. Beyanat topluluğunun konu hakkındaki görüşünün özeti şu şekildedir: Neticede evrensel ahlak İslam Ahlakından ayrı değildir. Ona içkindir. Dünya üzerindeki tüm topluluklarla ortak bir hakikatin izini arayabileceğimiz anlamına gelir. Tüm insanlarla ortak bir paydada buluşabileceğimiz ve ortak bir gelecek inşa edebileceğimiz anlamını taşır. Pratikte bazı Müslüman ahlaktan yoksun olsa da Müslüman olmayan insanların üzerinde de İslam ahlakı taşınılabilir.. Zira hakikatin bir yansıması olarak, İslam ahlakına uygun davranış biçimleri yalnızca Müslümanlarda değil, fıtratına sadık kalabilmiş her insanda gözlemlenebilir. Bu bizim yaratılışımızdan gelen bir hakikattir. Ve insan ne kadar özünde kalmayı başarabilirse o kadar ahlaklıdır.  

Written by Eyüb Ensar Karal

2006 Sakarya'da doğdu. Adabilim Lisesi'nden 2024 yılında mezun oldu. Şu an Galatasaray Üniversite'sinde İletişim Fakültesinde öğrenim hayatına devam ediyor.