Osmanlı’nın son döneminden sonra cumhuriyetin ilanıyla beraber Anadolu’yu tanımaya başladık çünkü elimizde başka bir imkan yoktu. Fakat bu o kadar kolay değildi. Mustafa Kemal, Samsun’a giderken deniz yolunu kullanması, kurtuluş savaşı döneminde erzakların ve ihtiyaç maddelerinin orduya tedarik aşamasında hayvanların kullanılması aslında karayolu ulaşımındaki sıkıntının dışa vurulmuş haliydi. Karayolları baktığımızda bir cumhuriyet kurumudur ki bu kara taşımacılığına dair arabaların yeterli derecede olmamasının bir sonucudur. Anadolu’yu ve Anadolu topluluklarını ancak 1900’lerden sonra tanıyan bu etkileşimin artmasını kara yollarının istikrarlı ve güçlü artışına borçludur. Bugün baktığımızda Avrupa standartlarında bir kara yolu ulaşımına sahibiz ki bu iyidir. Burada iki kavram öne çıkar; yol ve kültürel etkileşim.
Avrupa Birliği, 1950’lerden beri olan ve hala Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu ekonomik, kültürel ve siyasi bir birleşmedir. Fakat yazıda siyasi ve güvenlik yönünü değil kültürel yönünü ele alacağım. Fransızlar, İtalyanlar, Portekizliler ve Yunanlar genelde İngilizceyi yaygın olarak bilmezler, ihtiyaç duymazlar. Aynı kökenden geldiği ve Almanya’nın siyasi geçmişinden dolayı istisna olarak Almanlar İngilizce öğrenimine dikkat etmiş ve bu oranı eğitimle yüksek tutmuşlardır. Dolayısıyla bir dil birliğinden bahsedemeyiz. Ancak birbirlerinin dilini bilmemelerine rağmen evrensel dil ne ise onu kullanıp kültürel etkileşime girme oranları çok yüksektir. Bunu tren hatlarındaki sıklığa ve üye ülkeler arasında sınır kavramının olmamasına borçludurlar. Her üye ülke vatandaşları diğer ülkelerin nasıl olduğunu bilirler ve etkileşim içinde olurlar. Bu, birliğe bir birlik ruhu katar çünkü bir Almanın İspanya’ya veya bir Portekizlinin Fransa’yı görmediği senaryoda birbirini tanımayan ama kağıt üzerinde birlik gözükmesinden başka bir sonuç çıkaramayız. Yol ve kültür yine benim önemsediğim iki bağlı kavram.
2. Abdülhamid ne kadar ümmetçilik fikri adı altında hicaz demiryolunu yapmak istese de, bizi bundan daha fazla yapmaya ikna eden bir başarı timsali olmadı ve projelerin hayata geçme şansı artmadı. Ne yazık ki bunun mümkün olacağı da gözükmüyor. Dile yatkın, yani Arapçaya yatkın olmak için önce sıkı bir sivil kara taşımacılığı yapılması gerekiyor. Bunun katkısı dediğim gibi kültürel etkileşimler. Fakat burada sınır kavramının ortadan kaldırılması gerekiyor.
Hayatta ilk izlenim çok önemlidir. Sadece gündelik yaşamda değil resmi seviyede de bu böyledir. Ben bir ülkeye girerken eğer kontrolden geçiyorsam, ilk giriş bu şekilde oluyorsa, ben kendimi yabancı hissederim. Çünkü güven sıkıntısı olmasa kontrol edilmeyiz. İlk yabancılaşma veya İslam devletindeki yapılan o kontrol, kişiyi aitlik hissinden uzak tutar.
Sıkı sivil taşımacılığında demiryolu her zaman tercihtir. Sınırların kaldırılması kültürel etkileşimin artmasını doğrudan etkiler. Burada halkların teveccühü etkili olacaktır. Çünkü yeni adımların atılması adına devletlere toplumsal bir çağrı olmuş olur. Fakat burada şöyle bir detay var, körfez ülkeleri demokrasiyle yönetilmezler. Diğer ülkeler her ne kadar atılgan olsa da İslam devletinin merkezinde olan ülkelerin monarşiyle yönetilmesi onların karar merciinde daha etkin hale getiriyor. Müslümanların empati yolunu açmak bağlamında da diğer farklı dini pratikleri gözlemlemesi “insan bilmediği şeyden korkar” düşüncesi çerçevesinde kendinden olmayanı daha iyi anlayacağını düşünüyorum. Bunun devlet bazında yansıması daha farklı olabilir. Örneğin İran Suudilerle, Türkiye ise Birleşik Arap Devletleriyle sahada bir mücadele içinde, bunlar göz önüne alındığında halkların birbiriyle bağı emirleri ve devlet adamlarını agresif tutumlar takınmaktan alıkoyabilir.
Kuranı Kerimde adı geçen peygamberlerin hepsinin Ortadoğu’ya gelmesi, İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesinin ana motivasyonu olması ve tüm siyasi ve askeri aksiyonları yönlendirmesi burayı özel kılıyor. Dolayısıyla Malezya, Endonezya veya Somali, Yemen gibi ülkeler ancak ek faktör oluyor. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki birbiriyle yakın ilişkilere sahip Müslüman ülkelerin ulaşım sıkıntısı yaşamaması halinde Türkiye-Irak, Türkiye- Suriye arasında başlatılırsa diğer Müslüman topluluklar bunu ilgi çekici bulabilir ve talep edebilirler.
Yurtdışına turistik amaçlı gezmek sosyoekonomik olarak her sınıfın kaldırabileceği bir şey olmadığı için bunun en bereketlisi orta sınıfı çoğaltmak özellikle gelişen Müslüman ülkeler için en bereketlisi olur.
Ortadoğu merkezli bir bakış olduğunu kabul etmekle beraber coğrafi yakınlığın AB örneğinde de olduğu gibi ihtiyaç olduğunu unutmamak gerektiğini hatırlatmak isterim. Karl Marx kapitalist ülkelerin komünizme nasıl geçeceğini aşamalı bir şekilde anlatırken kültürel hegemonyaya değinmez. Fakat Gramsci bundan bahseder, işçiler ve devrim yapmak isteyen çalışanlar sosyalizmi komünizmi getirirken kültürel hegemonya kurmadan ikinci sınıf vatandaş etiketine girilmesinin kaçınılmaz olduğu ve marjinal kalan grupların her zaman yönetilen olma zorunluluğu taşıdığından bahseder. Tüm bu siyasi, iktisadi ve askeri aksiyonların etrafında halkların etkileşim halinde olmaya bireysel olarak rıza göstermesi ve herhangi bir teşvike ihtiyaç duymadan bunu yapması için ulaşım ve sınır serbestisi getirilmesi, en azından komşu ülkeler, diğer saydığım alanlarda doğrudan veya dolaylı domino etkisi yaratacaktır. Bu İslam devleti birliğinin ilk kıvılcımını yakacaktır. Bu birlik toplumlardan yönetim sınıfına inisiyatif alarak ilerlemek mecburiyetindedir, yöneticilerin bunu kolaylaştırma ve hızlandırma şansları çeşitli şekillerde vardır fakat kültür bir sosyal bilim elementidir ve tek başına teorik sahaya yatırılması doğru sonuç vermeyebilir. Empirik yaklaşıp olana göre görüş ve öneri sunmak daha yerinde olacaktır.
Bu konunun önemi yıllarca akademik makalelere konu olmuş, yöneticiler tarafından yapılması için çaba harcanmış fakat Atlantik ittifakı çerçevesinde ve ABD ile İngiltere gücüyle bölge süregelen kaosa sürüklenmiştir. Müslümanlar içinde radikal gruplar çıkmış ve hayatını idame ettirmeye çalışan milyonlarca Müslüman bundan etkilenmiştir. Tüm bunların olmaması için, farklılıkların bir güzellik, peygamberden gelen kardeşlik ve birliktelik bağları için atılması gereken adım desteklenmelidir. Fikirler her zaman kendisinden iyi olana yenilir, bu fikir de modifikasyona uğrayabilir fakat temel amaç aynı olmalıdır. Bu çerçevede, hayata geçmesi gereken Müslüman birliğini doğrudan etkileyecek projenin desteklenmesi önemlidir. Bu yaklaşım, Beyanat’ın ahlak temelli, empatiyi ve ontolojik dayanışmayı önceleyen ilkesel duruşuna uygundur. Bunun için mental, fiziksel ve zamansal anlamda hep beraber emek harcamalı ve geleceğin kültürel köprülerini hep beraber inşa etmeliyiz.