Henüz fark etmediniz mi, hepimiz bir tufanda içi sessizlik ve umursamazlık dolu bir kuyuda boğuluyoruz. Aynaya baktığımızda şeytanlaşmış yüreklerimizi, nuru erimiş abanoz siyahı, kararmış cildimizi nasıl da fark etmiyoruz? Sembolik aldığımız abdestlerimizin bizi gerçekten temizlediğine inanıyor muyuz? Son noktaya ne kadar da az kaldı. İnsan kimliğini terk etmemiz için daha ne kadar canlı olduğumuzu ispat eden “tepki” fiilini yok sayacağız?
Kendi topraklarında sürgün ve mahkum hayatı yaşayan “şehitler şeridi” ne zamandır kan püsküren bir avuç hayalperest tarafından kuşatılmış, artık bilemiyorum. Bizi ahlaka ve doğru olana götüren vicdanımızın, nerede katledildiği ve bizden habersiz nereye götürüldüğü ortada. Tüm insanların her şeyi unutarak kahve yudumlayıp mecazi olarak opera dinlemeye gitmesi, o kadar da şaşılacak bir durum değil şu an. Sonuçta kulaklarını tıkamış ve idraklerini bilerek tutuklamış kaç kişinin boynundaki idam ipi ve göğsündeki yafta altındandı yahut kaç tanesi yasakları bilerek işleyecek kadar cesurdu? Demek istediğim Frankenstein neden canlandırdığında insanlıktan bir iz bulamadı o canavarda? Halbuki bizden, hepimizden daha büyük bir kalbi ve yıldırımlar eşliğinde parlayacak bir kaderi vardı. Ve asıl soru şu: o canavardan farkımız son tavırlarımız ve ruhsuz bakışlarımızdan sonra ne olacaktı?
Suskun kalan annelerimiz, ne zaman bize mersiye yazacak? Ne zaman tüm halk tek bir ağızdan bizi katilimizin, yani kendi kollarımızdan alacak, nasıl indirecek kümbetimize bir tabut içindeyken? Ağıtlar şimdi kimden gelecek? Kandilleri kim yakacak? Savaşlar ne zaman bitecek? “Savaş suçlarının bittiği tarihte.” Hiçbir zaman o cumartesi gününün tüm dünyaya ve insanlığa bahsettiği yenilenme sürecini ve o dünyanın içinde sessizce, tepkisiz kalmayı seçen salyangozu andıran insanları da asla anlayamayacağız. Gerçeklerden ırakta bir yaşamı seçmiştir o insanlar. Gönüllerinde kalan son vicdan parçasında içindeki derin ve zehirli topraklara gömmüştür. Ve ona sorsalar yeniden, yerinden kalkar mısın diye yorulmadan savaşmaya, ellerinde gürbüz taşımaya, kılıcını kınından çıkarmaya, kaybettiğin şerefini aramaya var mısın deseler o yine kapatır odasına kendini ve sesi hırıltılı bir şekilde çıkar boğazından. Milliyet şarkıları, Arap ezgilerine hicivler, katledilen diri diri yanan ve parçalanan bebekler için umursamaz demeçler dökülür kanlar akan ağzından. Ve ekler:
Aynı bir salyangoz gibi evim her yer benim, dönüş biletini almadım, kalmadı ömrümde bunu ödeyecek başka bir iyilik yapmışlığım. Hangi bankaya gideceğim emin değilim.
Şimdi anlaşıldı mı operada ki soprano kadın nasıl patlattı camları. Şimdi anlaşıldı mı siyonistlerin sesi nasıl bu kadar fazla çıktı biz sesimizi içimize gömmüşken? İnsanlık kendi mevcudiyetinin anlamını katlederken bizler nasıl hala bu tiyatroyu izlemek için bilet sırasındayız şimdi, anlaşıldı mı?
